Kalbin Tarihi

Doğduğumuzdan bu yana bir şiir gibi hiç kesilmeksizin sesini işittiğimiz, bir bahar yelinin en keskin kenarı gibi hissettiğimiz, çatlaklarından duygular akıttığımız bir yanımız var. İçinde bağlarını hali hazırda bekleten, insanları anılarca saklayan, sevgiyi dipdiri ayakta tutan bir şey, tabii ki de kalp. İlk andan itibaren büyük bir emekle çarpan, yorulmak bilmeyen bir organ. Yüz yıllardır varlığından haberimiz var.

Peki, kalp keşfedilmemiş olsa da, biz onun varlığını fark edebilir miydik? Pek tabii kalbinin içi kandan ve damarlardan daha fazlasıyla dolu olan insanlar sayesinde bunu fark edebilirdik; edebiyatçılar. Bundan o kadar eminim ki size bazı örnekleriyle kalbin, edebi odalarından bahsedebilirim. Anlatılır ki;

Cemal Süreya ve Tomris Uyar evlenir. Bu birliktelik, ikinci yenicilerin görmüş olduğu en gözde ve şehvetli evliliktir. Cemal Süreya döneminin -ki halen öyle- en önemli şairlerinden biridir. Eşi Tomris Uyar da çok önemli bir çevirmen ve özgün bir öykü yazarıdır. Evlilikleri büyük yankı oluşturur. Cemal Süreya eşine çok aşıktır. Her gün iş biter, saat altı olur, Cemal Süreya eve gelir. Haftalarca, aylarca böyle devam eder. Cemal Süreya çevresindeki herkesten uzaklaşmış, tüm vaktini eşine ayırmıştır. Bir gün Tomris Uyar bu olayın üzerine “Akşamları eve geç gel yahu, bir erkek hiç mi dolaşmaz?” der.

Bunun üzerine eve gelme saati ertesi gün altı çeyrek, sonraki gün altı otuz ve daha sonraları yediyi bulur. Tomris Uyar saatlerin uzamaya devam ettiği günlerin birinde, gayri ihtiyari bir şekilde cama çıkar ve binanın girişindeki merdivenlerde Cemal Süreya’nın oturduğunu görür. Meğer şairimiz saatin gelmesi için merdivenlerde vakit öldürür. Bu kalbin sevgi odasıdır [1].

1955-56 yılında İTÜ Arı Yıllığın’da okulun mezunları için yorumlar yazılır ve yayımlanır. Arkadaşları da Oğuz Atay için bir yazı yazar. Söylenene göre Oğuz Atay bir keman virtüözünü beğenir. Yaptığı işe büyük hayranlık duyar. Öyle ki, rüyasında virtüözün konserine katıldığını görür. Bu rüya tek bir gün sürmez. Üç gün arka arkaya aynı rüyayı gören Oğuz Atay çok utanır. Beğendiği bir kadının konserine, rüyasında da olsa, bir pijama ile katılmaktadır. Bunun üzerine dördünce gece lacivert takım elbisesini giyer ve öyle uyur. Bu kalbin saygı odasıdır [2].

Şair arkadaşları tarafından anlatılana göre Ahmet Arif keskin bir karaktere sahiptir. Şiirleri döneminin bütün şairleri tarafından ilgi görür ve takdir edilir. Tabii bunun en büyük sebebi, şiirlerini yaşamış bir insan oluşudur. Yakın dostlarından bir tanesi de Cemal Süreya’dır. Hem kalemini hem karakterini pek beğenir. Bir gün ansızın Ahmet Arif’e, kendisini kız kardeşiyle tanıştırmak istediğini dile getirir. Söylenine göre Cemal Süreya kardeşine, Ahmet Arif’le evlenmesini, onun Türkiye’nin en iyi şairi olduğunu söyler. Kardeşi şaşırır fakat Süreya buluşulacak yeri ayarlar, kardeşiyle birlikte mekana gider. Dakikalarca beklenir fakat Arif ortada yoktur. Kız kardeşi bozulur. Sonrasında Süreya öğrenir ki, Ahmet Arif’in gelmeme sebebi gömleğinin olmamasıdır. Arkadaşları Ahmet Arif hakkında şöyle der “Bir fakirliği bir de şiiri bitmedi.”

Başka bir olay ise şu ki, Arif, Leyla isminde bir kadına aşık olur. Onu sever, şiirler yazar, mektuplar göndermek ister. Fakat ortadaki sorun pek hazindir. Mektubu göndermeye maddi durumu el vermez. Arif, yirmi beş kuruşluk pul için hamallık yapar. Sevdiğine mektubu böyle yollayabilir. Bu kalbin emek odasıdır[3].

Orhan Veli yürümeyi çok sever. Semtten semte yürüdüğü, gideceği pek çok yere yürüyerek gittiği bilinir. Yine yürüyüşlerinden biri sırasında, Ankara’da gece yarısı, belediyenin açtığı bir çukura düşer. Düşmesini pek önemsemeyip hayatına devam eder. Fakat birkaç gün sonra fenalaşan Orhan Veli hasteneye kaldırılır ve vefat eder. Vefatından sonra yapılan otopside beyin kanamasından hayatını kaybettiği öğrenilir. Naaşı İstanbul, Beyazıd Camii’ne gelir. Cenaze namazı kılınır. Tabutu cenaze aracına yerleştirilmek üzere sırtlarda ilerlerken arkadaşları bunu kabul etmez. “Orhan yürümeyi severdi. Son kez onunla yürüyelim.” derler. Cenaze aracını Sirkeci Garı’ na yollarlar ve sırtlarında tabut, yola koyulurlar. Cenaze namazına katılanlar, yolda öğrenenler büyük bir kalabalık halinde tabutu taşımak için sıraya girerler. Cağaloğlu yokuşuna kadar gelirler. O dönemlerde yokuş boyunca sağlı sollu düzinelerce kitapçı vardır. Tabutu gören bütün kitapçılar kapıya çıkar, ellerini kepenklerine yerleştirir ve beklerler. Arkadaşlarının omzundaki Orhan Veli, hangi kitapçının önünden geçerse, o kitapçı büyük bir sesle kepengelerini indirir ve kalabalığın arasına karışır. Bir Garip Orhan Veli, son yolculuğuna, şiirleriyle bezeli kitapçıların, kepenk sesleriyle uğurlanır. Bu kalbin naiflik odasıdır [4].

Gerçekliği tam olarak bilinmese de bu dört olay kulaktan kulağa yıllarca akıp gelmiştir. Başta da bahsettiğim gibi, şu anda tıp dünyasının ve bilim insanlarının onayladığı dört odacıklı organımız bilinmeseydi, edebiyat ve edebiyatçılar sayesinde elbet bize hissettirilirdi. Dört odalı, kandan yahut damarlardan ziyade duygu da pompalayan, yumruk boyutundaki zarif iç sesimiz. Sevgi odası, saygı odası, emek odası ve naiflik odasından ibaret.

Oysa bu kalp de neyin nesi? Kırık olmadığında nasıl nitelendirilir? Acımadığı dönemlerde neden hiç fark edilmedi? Tarih boyunca nasıl bilindi? Gelin yüz yılları aşalım ve sağlam haline bir de ansiklopediler arasından bakalım.

Geçmiş Uygarlıklarda Kalp

Mezopotamya’da yaşayan insanlar (MÖ 4000-5000) bilimle ve tıpla ilgilenmişler, belirli tespitlerde bulunmuşlardır [1]. Bunlardan bir tanesi, kan dolaşımının merkezini karaciğer ve zekanın merkezini kalp olarak kabul etmeleridir [5]. Öyle ki, karaciğere alınacak darbelerin vücuttaki kan dolaşıma zarar verceğine, akıl sağlığının korunması için kalbin korunması gerektiğine inanmışlardır. En eski ve aynı zamanda doğru bilinen kalp bilgisi ise Eski Çin’den çıkmıştır. Eski Çin halkı, araştırmalarına dayanarak vücutta dönen kanın kalp sayesinde pompalandığını ve dağıtım merkezinin burası olduğunu keşfetmişlerdir. Aynı döneme baktığımızda, Mısır’da da bilim ve tıp alanında araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar sonucunda solunumun ve aynı şekilde dolaşımın hayati değer taşıdığı keşfedilmiştir [6,7] .Ve bu keşfin merkezine de kalbi yerleştirip bilgiyi taçlandırmışlardır. Fakat sahip oldukları bilgilerin yanlış yanları da vardır. Örneğin tüm damarların kalbe bağlı olduğunu düşünmüşlerdir. Bir diğeri ise damalarda sadece kanın değil, hava, idrar ve dışkının olduğunu da düşünmeleridir [5,7,8]. M.Ö. 600 yıllarında ise Hintliler damarlar üzerine araştırmalar yapmış ve bazı damarların kan bazı damarların hava taşıdığını düşünmüşleridir[9].  Aynı dönemde Çinliler, kalbin, dolaşımın merkezi olduğunu kesin olarak kabul etmiş, hastalıkların da kalbin zarara uğraması ile ortaya çıktığını düşünmüşlerdir. O dönemin yazılı kaynaklarına göre nabız ve kalp atışı gibi kavramlar büyük önem taşımaktadır [10].

Yunan Tarihinde Antik Kalp

Pisagor (M.Ö. 500) arter ve vent kavramlarının birbirinden farklı olduğunu ve farklı görevleri yerine getirdiğini keşfetmiştir11. Yine hemen hemen aynı dönemlerde Empedokles kanın, havanın uygulamış olduğu gel-git etkisi sayesinde vücutta hareket ettiğini düşünmüş ve bu bilgi 1600’lü yıllara kadar kabul görmüştür. Hipokrat’ın (M.Ö. 460- 361) öğrencileri tarafından yazılan bir kitapta ise kalbin yapısı, ayrıntılı kısımları ve işlevleri gayet açık bir şekilde tarif edilmiştir [12]. Kulakçık, perikard, kalp odacıkları, kapakçıklar bu kavramlardan bazılarıdır12. Aristotales ise daha farklı bir bakış açısı ile yaklaşıp kalbin arzular ve hırs sayesinde çarptığını söylemiş, damarlardaki farklılıklardan bahsedip aort damarına ismini vermiştir [13].

Roma Tarihinde Yasak Kalp

Roma ihtişamlı ve gelişmiş devlet sistemlerinin arasına tıbbı alma konusunda zorluk çekmiştir. Roma’da, insanlar üzerinde deneyler yapılması yasaklanmıştır. Dönemin bilim insanları ise bütün bilgilerini hayvanlar sayesinde kazanmıştır. Ne yazık ki bu yüzden, yeni bilgiler edinilmemiş ve hatta kabul gören birçok bilgileri de hatalıdır[14]. Sonrasında Galen çalışmalar yapmış ve kalbin iki tarafının farklı kasılma hareketleri yaptığını ortaya koymuştur [15]. Nabız kavramının da kalbin kan ile dolması sonucunda damara yansıyan bir etki olduğunu düşünmüştür. Ayrıca kanın, derilerimiz sayesinde havayı içine çektiğini düşünmüştür [13].

İslam Tarihinde Kitaplaştırılmış Kalp

İbn-i Sina (980-1037) kendi döneminin en önemli bilim insanlarından biriydi. El-Kânun Fî’t-Tıbb kitabı nabzı detaylı bir şekilde açıklamış, kalbin bölümlerinden bahsetmiş ve kalp rahatsızlıkları için kullanılan ilaçlar hakkında bilgiler vermiştir. Yazdığı kitap, 17. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’da ders kitabı olarak takip edilmiştir. İbn Nefis (1210-1288) ise koroner damarları ve küçük kalp dolaşımını tanımlamıştır. Ayrıca Galen ve İbn Sina gibi bilim insanlarının kabul ettiği, sağ kalp boşluğu kan ile, sol kalp boşluğu ruh ile doludur, kavramını kabul etmemiştir  [7,17,18].

Kalbin naiflik odasına dair yazdığım hikayenin devamında şöyle olur. Orhan Veli defnedilir, herkes evlerine dağılır. Çocukluk arkadaşı, şair dostu Halim Şefik de evinin yolunu tutar ama içinde bir burukluk vardır. Orhan’a bir şiirle veda etmelidir. Çocukluk dostu, elbet son bir şiiri hak eder. O gece başlanan şiir sabaha kadar son halini alır. Güneş usul usul doğarken, üstünden bir kişinin daha eksildiğini fark etmeyen dünya dönerken, Halim Şefik dostunun kalbine bir şiir yazar.

Adı “Otopsi”.

Morgda açılınca kafatası,

Doktor beyler beyin gördüler.

İndirince tenkafesine neşteri, 

Doktor beyler yürek gördüler.

Yürekte ne gördüler dersiniz,

Yürekte memleket gördüler,

Dünya gördüler,

Bir de dost gördüler…

Ama bu işte doktor beyler,

Doğrusu geç kaldılar.

Çok geç kaldılar… [19]

Kalbimiz, yüreğimiz, bu koskoca denilen evrende bir tane. İçinde dünyaları yaşatmak, damarlarına sevgiyi sığdırmak, bizim elimizde.

Kaynaklar:

  1. Karademir, T. 09/06/2014. Mavi. Sayfa no:1. Alınma tarihi:03/01/2021. https://www.google.com.tr/amp/s/tugbakarademir.tumblr.com/post/91250262107/tomris-uyar-1964te-r-tomris-imzas%25C4%25B1yla/amp
  2. Ecevit, Y. Sayfa70. Ben Buradayım- Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası. İstanbul: İletişim Yayınları.
  3. Coşkuner, S. Sayfa302. Kaliteli Yaşam. İstanbul: Tutku Yayınları.
  4. Çelik, C. 29/10/2019. Orhan Veli’nin Otopsisi. Sayfa no:1. Alınma tarihi:03/01/2021 https://medium.com/naynco/orhan-velinin-otopsisi-morgta-açılınca-kafatası-483417af54f7
  5. Loukas M, Tubbs RS, Louis Jr. RG, Pinyard J, Vaid S, Curry B. The cardiovascular system in the pre- Hippocratic era. International Journal of Cardiology, 2007;120:145–149.
  6. Diepgen P. und Ruska J. Quellen und Studien zur Geschichte der Naturwissen-schaften und Der Medizin Band 4 Heft 1, In: İbn ün-Nefis, Şerh Teşrih al-Kanun li’bn Sina, Berlin, 1933;89.
  7. Hajar A. 4,500-Year Voyage From Pulse Tensıon to Hypertensıon. Hıstory of Medıcıne. 2005;6(3):124-133.
  8. Hunke S. Batı’yı Aydınlatan Doğu Güneşi. Soner I (Çeviren). İstanbul, Kaynak Yayınları, 2008;179-186.
  9. Ghasemzadeh N, and Zafari AM. A Brief Journey into the History of the Arterial Pulse. Cardiology Research and Practice. 2011;2011:1-14.
  10. Pormann PE, Savge-Smith E. Medieval Islamic Medicine: Medical Theory, Edinburgh University Press, 2007;45-48.
  11. West JB. Ibn Al-Nafis, The Pulmonary Circulation, and The Islamic Golden Age. J Appl Physiol 2008;105:1877–1880.
  12. Magner LN. A History of Medicine. New York, Marcel Dekker Inc. 1992:66-74.
  13. Ronan CA. Bilim Tarihi, Ankara, Tübitak Akademik Dizi, 2003;204-438.
  14. Cattermole GN. Al Nafs and Servetus. Saudi Med J 2008;29(9):1359-1360.
  15. Nagamia HF. A biographical sketch of the discover of the pulmonary and coronary circulation, JISHIM. 2003;1:22-28.
  16. Zargaran A, Zarshenas MM, Karimi A, Yarmohammadi H, Borhani-Haghighi A. Management of stroke as described by Ibn Sina (Avicenna) in the Canon of Medicine. International Journal of Cardiology 2013;169:233–237.
  17. Abdel-Halim RE. Contributions of Ibn Al-Nafıs (1210- 1288 AD) to the Progress of Medicine and Urology. Saudi Med J 2008;29(1):13-22.
  18. Nutton V. The Rise of Medicine.The Cambridge Illustrated History of Medicine (Ed. Porter R.). Cambridge University Press. 2009: 67-68
  19. Şefik, H. 2009. Sayfa92. Otopsi. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

Denetleyen: Eylül ASLAN

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir